“İnsanlar neden kölelikleri için
sanki kurtuluşlarıymış gibi canla başla savaşıyor?”
sanki kurtuluşlarıymış gibi canla başla savaşıyor?”
Gilles
Deleuze & Félix Guattari
İnsanların kendilerini özgür hissetmek için yarattıkları, toplumun içine
işleyen ve zaman sonra bu olgunun kölesi haline geldiklerini düşündürten bu sorunun cevabını kendimce bulmaya çalışacağım. Bunu yaparken zaman zaman Foucault, Negri, Hardt'ın düşüncelerinden ve Yüksel Arslan'ın İstanbul Modern'de sergilenen eserinden de yararlanacağım.
Toplumun yarattığı mekanizmalardan birinin de iktidar olduğunu düşünecek
olursak; Foucault’nun iktidar kavramına bakış açışından yararlanmakta fayda var. O,
aslında elde tutulan, genel geçer bir iktidar olmadığına ve iktidarın nasıl
kendi kendimiz ile üretildiğine değinir. Bu düşünceden çıkacak olursam, deneyimlediğimiz
toplumun ya da birilerinin birilerine verdiği iktidar statüsünü kendileri için
olumlu bir olay ve kurtuluş gibi görürlerken, aynı zamanda iktidar ne derse ona
uymak zorunda olan kısıtlandırılmış bireylere, mecaz yada gerçek anlamda
kölelere de dönüşmektedirler. Bunun farkında olsalar dahi tekrar
seçecekleri veya verecekleri gücün sahibi farklı bir iktidar yine olacaktır.
Kapitalist düzendeki köleliklerinin farkında olan
veya bunu hissedemeyen insanlar yine de para metasını içinde daha iyi hissetmek
ve dahası için çalışırlar. Bu köleliği devam ettirdiklerinde kurtulacaklarını
düşünürler lakin her zaman durumlarından bir fazlası ve dahası olacağının
farkında değildirler. Siz zannediyor musunuz ki bu zamana kadar alanının
zirvesinde herhangi bir holding sahibi bu kadar kazanç bana yeter deyip her
şeyi bırakabilmiştir? Ferrarisini satıp bilge olmaya karar veren kaç kişi
vardır? İnsanlar kapitalist düzen içerisinde “para”ya olan köleliklerinden
kurtuluşu yine “para” üzerinden bir çıkış yolu olduğunu düşünerek kurarlar.
Çünkü bu düzen içerisinde bireyler kendilerini hep eksik hissetmektedirler ve
ucu olmayan bir sonsuzluk çizgisinin sonu tam olabilmeyi gösterir. Tam olabilme
arzusu ise kapitalist birey için hiç bitmeyecek gibidir.
Negri ve Hardt’ın kapitalist sistem adına düşüncelerine göre günümüzde maddi
olmayan emeğin hakimiyeti var olmuş; işçi sınıfı eski dönemlerdeki önemini
kaybetmiştir ve bu iki yazar işçi sınıfı yerine “çokluk” olgusunu
getirmektedirler. Kapitalist düzenin karşısında şimdi tüm farklılıkları ile
sınıf ayrımından uzak, aynı düzeyde insanlar bulunmaktadır ama Yüksel
Arslan’ın “Kapitalist Üretim Süreci” adlı eserinde Negri ve Hardt’ınkinden
farklı bir algıya sahip, klasik kapitalist düzenin etkileri görülmektedir.
Yüksel Arslan’ın bu eserinde bütün işçilerin aynı duruşu sergilediğini ve
kamburlaşan bir yapıları olduğunu görmekteyiz. Buradan hayat standartlarının ve
kapitalist düzenin açık bir şekilde belirtilmeye çalışıldığını hissetmekteyiz. Çünkü
kapitalist düzenin kaymağını yemekte olan kafası para şeklinde çizilmiş işveren
bu duruşa sahip değildir, aksine kendinden emin bir beden diline sahiptir.
Kadınların yoğun olduğu bu çalışma ortamında erkekler ve kadınlar karışık bir
şekilde çalışmamaktadır. Eserin sağ tarafından başlayıp sol tarafında biten ve
ham maddenin başlangıçtan son haline kadar işlenişini görmekteyiz lakin burada
bu değişimi görmemize rağmen işçilerin hepsinin neredeyse aynı olduklarını
fark etmekteyiz. Sanki üretilmiş, standart, tek tip bir formda olup fabrikadan
çıkan mallar onlarmış gibi gözükmektedirler. Ressam, kapitalist düzendeki seri
üretimin işçiler ve toplumu bu hale soktuğunu belirtmekte ve bunu eleştirmekte
gibidir. Surat ifadeleri aynıdır ve yabancılaşmışlık hissiyatını verdiklerini
düşünmekteyim. Resmin sağ tarafında bir koridor ve koridorun sağında bulunan
kapıdan birçok işçi çıkmaktadır, bu andan bu işçilerin aslında çıkma durumları
olsa arkalarına bakmadan bunu yapabilecekleri düşünülebilinir. İş sahibi yani
fabrikatörün ve işçilerden bir rütbe yüksek olan kişinin (belki şefin) kafası madeni
bir para şeklinde resmedilmiştir ve bir rakamı yazılmıştır. Buradan, bazı para
birimlerinde en düşük bazılarında ise en yüksek değerde de olsa bir rakamının
dünyadaki her parada bulunduğunu düşünecek olursak bu kapitalist düzenin bütün
ülkelerde ister istemez bulunduğunun mesajını verir gibidir. Yüksel Arslan’ın genellikle tek rengin tonların kullanmış ve ortamın boğucu hissinin bu esere bakanlara
geçirmeyi başarmıştır.
Negri ve Hardt, bu resimdeki tektipleştirmeyi eleştirir ve orada
çalışanların etnik, kültürel farklılıklardan tutun çalışma biçimlerindeki
farklılığa kadar her birinin sahip olduğu özellikler olduğunu ve çokluk
kavramının da bu tek tek farklılıkların birleşiminden oluştuğunu belirtirlerdi.
Bu farklılıkları koruyarak ortak bir hareket ya da karşı çıkış olması
gerektiğini savunurlardı lakin bu resimde bu farklılıkların hiç olmadığı
görülmektedir. Dolayısı ile karşı çıkış da zorlaşacaktır.
Kısacası Negri ve Hardt
kurduğu “imparatorluk” mekanizmasında toplumun bütün kesimleri bulunmakta ve
tek bir sınıfsız iktidar vardır. Bu resimde ise sınıfların bariz şekilde ortaya
konulduğu görülmektedir. Sosyal ilişkilerin ise hiç yok denecek kadar kısıtlı
olduğunu düşündürten bir sistemin yansıtılma amacıyla resmin yapıldığını hissetmekteyiz. Bu resmin
içerisinde kurtulamadığımız kapitalist sistemin köleciliğini ve kurtuluşumuzu,
hayatta kalma çabamızı da bunun üzerinden yapmaya çalıştığımızı fark
etmekteyiz.
Cansen Yelesen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder