26.08.2018

Yol Arkadaşı

Hayatım boyunca özgürlüğümü çekiştirip, 
tutmaya çalışan insanlarla zıt düşmüşümdür.
Ben, kendi ayakları üzerinde durmayı amaç edinmiş, 
Tek silahı "kendisi" olan ağır bir savaşçıyım! :)
Ülkemizde -maalesef- otoriteden, 
baskıdan uzaklaşmak için ekonomik özgürlüğe ihtiyaç duyuluyor. 
Geçmişte de böyleydi, hala da öyle. 
Ben de buradan başladım! 
İnsan, parasını verdiği şeye sahip olduğunu düşündüğünden,
kimsenin desteğini almamaya özen göstererek yaşamaya çalıştım.
Ne mutlu ki ailem beni bu güçle yetiştirmiş. 
Ama yine de tipik bir Türk ailesi olarak; 
bazı konularda kısıtlandırmaya çalışsalarda, 
onlara güven veren kocaman kanatlarımı görünce 
-ve sanırım gagalama potansiyelimi :)- 
bir süre sonra geri çekildiler ve
oradan oraya şarkı söyleyip, 
dans eder gibi uçuşumu gururla izlediler..

Hani küçükken sokaktaki teyzeler söyler ya 
'Ay çok güzel kızsın. Ohh zengin koca bulursun, hayatını yaşarsın.'
O zaman bile cevabım:
'Niye kocama bağımlı olayım ki! 
Ben çalışır kazanırım zaten!'
Küçük feminist seni! :)
Şimdi bir ilişki içerisinde ne zorluklarla karşılaşabileceğimi az çok tahmin etmişsinizdir.
Çoğunlukla Türk erkekleri -açıkçası bir çok kadın da- 
'yazık ki' yetiştirilme tarzı ve örneklerinden ötürü
kadını bir mal olarak görmekteler. 
Yani parası verilir, tapusu alınır, üzerinde tepilir; 
yaşı ilerlerse de yeni bir modelle değiştirilir..
Böyle ülkede kadını bir materyal olarak görmeyen, eşit bakan, güvenen, özgürlüğüne, her türlü tercihlerine saygı duyan 
ve elini çekiştirmeyip, tutmayı tercih eden erkekler 
ne şahanesiniz!

Ben çok şanslıyım ki, bana böyle biri aşık oldu.
Saygı duyduğu her anımda ona daha da bağlandım.
Yanlış bir anlaşılma olmasın diye kendimi anlatırken, 
karakterime öyle bir sahip çıkıyordu ki bana olan güveni ile her seferinde kendine hayran bıraktı.

Bence doğru bir ilişkinin koordinatları; 
gözü tamamen kapalı aptal bir aşık gibi yaşamamak, evet
ama aynı zamanda da güveninden şüphe duymama rahatlığı 
arasında bir yer. 
Ben o yeri gezdim, gördüm arkadaşlar; 
öyle güzel ki herkese de tavsiye ediyorum! :)

Ama tüm tercihlerden öte; 
Lütfen önce kendinizi sevin. 
Hayatınıza saygı duyun, duydurun. 
Gelişin, aşkım dediğiniz kişiyi de yerinde saydırmayın.
Geliştirin, buna vesile olun.
Seçimlerinizi kendinize ve öz saygınıza dair yapın. 
Ona buna karıştığı zaman; 
'Ay beni sahipleniyor, ne güzel.' demeyin.
Hayatınıza sınırlı, sinirli bir sahip değil; 
sizi tanıyan, siz olduğunuz için seven bir hayat arkadaşı ekleyin.
'Değişecek' demeyin, değişmeyecek.
En fazla 'mış' gibi yapacak, ama sonra geçecek.
Onu öyle kabul edin ya da gidin.
Çünkü birisine mahkum, gök gürültülü bir hayattansa; 
Çok daha iyisi, tek başınıza gökkuşağınızla mutlu olursunuz. 

Bir Afrika atasözü der ki;
'Eğer hızlı yürümek istiyorsan, yalnız ol. 
Eğer uzaklara yürümek istiyorsan, beraber yürü.'
Hızınızın hiç kesilmediği, 
uzaklıkları birlikte, aşkla yakın ettiğiniz bir yolculuk diliyorum.

En büyük şansım:
Yol arkadaşıma.
C.Y

11.10.2017

Tıpkı Her Kız Gibi


Dünya Kadınlar Günü adına..
Özetle:
Ben bugüne has değil,
Her güne özel bir insanım.
Güzelliğim mühim değil,
Tek başıma da tamım.
Tıpkı her kız gibi.

Tüm eğitim hayatım boyunca ailemle yaşadım. 
Üniversitede okumama rağmen hala ''Şu ojeyi sürme, makyaj yapma!'' diyen abime, 
bir yandan annem 'Ne varmış ben de sürüyordum.' diyor, 
bir yandan ben kişisel egoları hayatımdan uzak tutmaya çalışıyordum. 
Doğrusu o zamandan belliymişim :)
Durdum ve düşündüm:
Çok garip ama eğer maddi bir gücünüz yoksa insanlar hayatınızı yoruma açabiliyordu.
Başkalarının gözünde maalesef kendi paramız veya kişisel varlığımız kadar özgürdük.

Üniversite boyunca ihtiyacım olsa da olmasa da çok çalıştım. 
Ailem ulaşım masrafımı -saygıdeğer öğrenci akbilim- karşılıyor, onlardan başka hiçbir şey istemiyordum. 
Kocaman animasyon kıyafetlerinin içine giriyor, palyaço olup çocukların yüzünü boyuyor,  
fuarlarda bilgilendirme yapıp çay kahve dağıtıyordum. 
Yüzlerce özel ders verdim. 
Paralısına, parasızına, güzel gülen onlarca göze, iyiliğine, güzelliğine..
Üstüne bir de tiyatroya adım attım. 
Oyunculuk, makyaj tasarımı, dekoru, reji asistanlığı derken koca dört sene geçti.. 
Bazen 2,5 saat süren yolun ardında prova çıkışı gecenin bir saati eve geliyordum. 
Bir gün ailem beni karşısına aldı: 
- Tiyatro yok artık YETER!
Tabii ki de YETMEDİ.
Daha çok çalışarak devam ettim.. 
-Abim hariç- ailemin yurtdışı temsilcileri bile oyunumu izleyip, defalarca tebrik etti.
-AFERİN KIZ!
Hayatımdaki en güzel öğretileri o günlere borçluyum. 
Gittiğim her iş görüşmesindeki enerjimi..
Ama en güzeli, para ile satın alamayacağım ve bana en çok yakışan 
özgüvenimi.

Bu süreçte tek hayalim yurtdışında eğitim almaktı. 
Benim para biriktirdiğimi duyan baban bir gün kapımı tıklattı:
-Sende para varmış, versene!
Versene? Mmm. Beni tanıyan biri için hoş bir adım değil..
-Ne yapacaksın?
Malum erkek egemen sisteminde erkek sorgulanmaz, sadece itaat vardır ya kendi paramın hesabını sormam canını sıkmış olacak ki:
-Yapıcam bir şey işte! Allah Allah.
-Ben o parayı yurtdışında okumak için biriktiriyorum baba.
-Hahahha 150 $ ile yurtdışına çıkacakmış!
deyip kapıyı kapattı.

Hayatımın en ''baba'' alayıydı. 
Ve ben tabii ki de unutmadım.

Sonra ne mi oldu?
Aradan seneler geçti. Annem ile havalimanındaydık. 
İngiltere'ye okumaya gidiyorum. Annem eline geçen ilk parası ile hayalime ışık tutmuştu.
-Kızım okul, konaklama ödendi ama bu para sana yetmez. 
En yakın zamanda abinle harçlığını da göndericez.
Nasıl üzgün, nasıl tedirgin..
İlk defa ayrılıyoruz ve nereye gittiğim, beni ne bekliyor belli değil. 
Üzerine bir de böyle bir durum.
İşte o an:
''-Annem sen merak etme. 
Ben kaldığım sürece harçlığım olacak kadar para biriktirdim.
Anneeeem aklın kalmasın..''la 
sarıldık birbirimize.

Yüzü nasıl aydınlandı bir bilseniz.
Devletin bir ay için harç olarak 160 tl verdiği bir öğrenci için 1000 sterlinden fazla para biriktirebilmek nasıl bir emek.
Sterlin de en baba para o sıralar.. :)
Ama benim için.. Daha büyük bir güç!
Onlarca kültürle tanışıp, 
ayaklarının üzerinde yalnız bir yaşam ile harmanlandıktan sonra,
döndüğümde herkesin gözünde daha da büyümüştüm.

Bugüne kadar tüm bu ''saçma'' kısıtlamalara itaat etmememin altında, 
günden güne artan gücüm ve güvenim yatıyordu.
Hayatım boyunca aileme yalan söylememiştim. Ne yaptığım, nerede olduğum hep belliydi.
 Hep nettim ve neysem oydum.
Zamanla ''O yanlış bir şey yapmaz.. O doğru insanı seçer.. Doğru yolda ilerler zaten.'' düşüncesi ile karşılanmaya başladım.
Oradaki ''O'' benim! Gelişmeye bakar mısınız? :)

Günden güne etrafa karşı korkuları ile ördükleri kısıtlamalara 
çevremin ve benim ihtiyacımız olmadığını fark ettiler. 
Ve zaten özgür olan beni, tüm zorunluluklardan arındırarak özgür bırakmaya karar verdiler.
Onlar için biraz geç oldu, güç de oldu; 
ama zaten çoktandır bu durum benim GÜCÜM olmuştu!
Ben zaten bendim.
Kimseye ihtiyacım yoktu.
Tıpkı her kız gibi.

Yani diyeceğim o ki:
Daha sık okuyalım, daha çok çalışalım ve hayatımızı başkalarının elinden kurtaralım!
Maddi-manevi özgürlüğümüz ile güçleneceğimiz nice #kızgibi günlere..
Düşle ve güçle kalın..

Sevgilerimle.




14.05.2017

Bugüne Değil, Anneye Özel



Hayatım boyunca hiç "en iyisi" olmak için çabalamadım. 
Ne bir 5 yıl sonra nerede görüyorsun kendini dedim, 
Ne de geçmişim için "keşke"ler attım. 
Ben o gün de, bugün de iyiliğimi gördüm hep. 
Başarısızlığım da "iyi ki"mdi, çevremdeki şansım da.
Sonra bir gün geldi:
Benim gitmem dediğim ama uğruna katıldığım üniversite mezuniyet törenimde, 
Annemin gözlerini gördüm.
Benim için öyle sıradan geçireceğim gün,
Annemin kucağı ve onun yaşları ile büyümüştü.
Artık biliyordum:
Onun çoktan yapmış olduğu şeyi sunsam da,
Benim başarım onun başarısıydı.

O gün bugündür,
sırf tekrar o gözleri görebilmek için
 hayatımda kurmadığım başarılar kuruyorum.
Ve ona daha da büyük hediyelerim olacak biliyorum..

Merhametine sadık, anne gibi anneme bir kaç ay önce bir yazı yazmıştım.
Hala dolu dolu böyle düşünüyorum:
       
 Zaman geçtikçe insanın "hayat" hırsı azalıyor sanki. 
           Yüreği gördükçe mütevaziliğe yaklaşıyor.
           Kimse görmese de olur diyorum artık.
           Kimselerden uzaklaşıyorum.
           Gün geçtikçe daha da yaşlanıyorum.
           Tüm duyguları daha da uç yaşıyorum.
           Gözlerim dolu dolu hissediyorum..
           Bir söz vardır;
           Anne olmadan anlayamazsın.
           Sanırım olmadan da ancak yaklaşabiliyorum.
           Şuan ki tek isteğim "Annem" gibi bir anne olabilmek.
           Çünkü eminim hayattaki en büyük başarım bu olur.

           Teşekkürler annem.
           Her şeyin için.
     
          Bu yazıyı duymayı hak eden ve "anne olmayı başaran" tüm annelerin 
Anneler Günü kutlu olsun.
           
2017

27.02.2017

Oh dünya varmış! - Darüsselam

KÜLTÜR RENKLİLİĞİ - DARÜSSELAM

     Hint Okyanusu’nun ‘gel-git’li kıyılarına kurulan, fildişi rengi kumsallarına dokunan ve farklı kültürleri bünyesinde barındıran bir kent Darüsselam… İsminin anlamı “Barış Yurdu” olan Darüsselam, özellikle Afrika'nın diğer kentleri ile karşılaştırıldığı zaman gerçekten de güvenli bir barış şehri. 



1970’lerin ortalarına kadar Tanzanya’ya başkentlik eden Darüsselam, ülkenin deniz ticaretinin sağlandığı en büyük limana ve balık pazarına sahip. 


Sokakta yürürken gördüğünüz tablo niteliğindeki bisikletler, başlarında kova ya da meyve sepetleri taşıyan, rengarenk giyimli kadınlar buranın tropikal iklimini size hissettiriyor.



 Darüsselam sokaklarında bir tur attıktan sonra keşif turunuza şehrin merkezinde yer alan Village Museum ile devam edebilirsiniz. Ben Village Museum’u “Yerleşim Müzesi” olarak çevirmek istiyorum. 


Bu müzede farklı kabilelerin, eski zamanlardan beri kullandıkları barınakların birer örnekleri mevcut. Zaramolar’ın bir yere göçtükleri zaman yırtıcı hayvanlardan korunmak amacı ile yaptıkları Dungu adı verilen ilk barınaklardan Kilimanjaro Dağı’nda yapılan Chagga’ya, kabiledeki reisin veya bir erkeğin ilk eşine yaptığı evlere kadar bu topraklara ait dokuları burada görebilirsiniz. 


Evlere baktığınız zaman toplumdaki kadın-erkek statüsünden tutun, toplumsal ilişkileri de az çok anlamanız mümkün. Evlerin genellikle zemin ve bir üst katı bulunuyor. Alt kat depo ve gün içinde dinlenme mekanı olarak, üst kat ise gece uyumak için kullanılıyor. 


Genellikle sürüler çember biçiminde, tezekten veya sık dokunmuş ağaçlardan yapılmış kulübelerde tutulurken, küçük baş hayvanlar ise geceleri yırtıcı hayvanlardan korumak amacıyla alt kata getiriliyor. Yani kısacası 3-5 m2 olan alt kat üç farklı süreç için kullanılabiliyor.

Bu açık hava müzesini gezerken günümüz kıyafetli üç gencin yemek yediğini fark ediyoruz. Lapa pilava benzer beyaz bir yemeği ellerinde ovalayarak hamur haline getirip, yanındaki ıspanaklı olduğunu düşündüğüm sosa batırıp yiyorlar. Diğer bir tarafta ise gazetenin üstüne konulmuş balık yemeği duruyor. 


İlk başta fotoğraflanmak istemiyorlar ama konuştukça kendilerini rahat hissediyorlar. Samimiyet kurulunca yemeklerinden bize de ikram ediyorlar. Arkadaşlarım hijyen şartları ve ne yediklerini bilmedikleri için ikramı geri çevirirken, ben ayıp olmasın diye yemeği denemek istiyorum. 
Sonuç: Gerçekten beğeniyorum! Belki de beklentim düşük olduğu içindir, bilmiyorum. Ülkeden ayrıldıktan sonra yediğimin yemeğin oranın milli yemeği Ugali olduğunu öğreniyorum. Artık hayatımda iyi ki o an tatmışım dediğim bir lezzet daha var!:)  Mısır unuyla yapılan, yanında sos ile servis edilen, çok zahmetli ve masraflı olmayan bu yemeği oralara yakıştırıyorum.


 Müzeye girişte kişi başı en fazla 5-10 USD daha vererek, içerde yapılan geleneksel dans gösterisini izleyebilir ve avludaki ateş başında enstrümantal müziği dinleyebilirsiniz. Doğrusu biz bir zaman sonra bu dansa o kadar çok alıştık ki beş kişilik gösteriye dahil bile olduk.:) Emin olun bu topraklara dokunduğunuz zaman, kahkaha dolu bu anları ve unutulmaz olan bu insanları çok özleyeceksiniz.


 Şehrin merkezinde Japonların yaptığı modern Liman Kulesi’ni geçtikten sonra karşınıza çıkan üç tekerlekli taksiler yani 'tuk-tuk'lar ve otobüs bekleyen insanlar sizi şaşırtıyor. Hazır lafı açılmışken ekleyeyim: Bir taksiyi günlük kiralamayı düşünüyorsanız ve teklif edilen parayı beğenmediyseniz “biz bir de diğerine soralım” demeyiniz, kendi aralarında kavgaya neden olabiliyorsunuz.:)


 Darüsselam mutfağı deniz mahsülleri ağırlıklı. Öyle ki otelin açık büfe akşam yemeğinde tatlı hariç tüm seçeneklerin balık olduğunu görebilirsiniz. Eğer balık yemekten hoşlanmıyorsanız, şehri gezerken akşam yemeği için gözünüze bir yerler kestirmenizi tavsiye ederim.:)


Buraları geçtiğiniz zaman, sahil kenarında bulunan Balık Pazarı’nı görebiliyorsunuz. Burası Darüsselam’da gidilmesi gereken diğer bir yer. Pazara gittiğiniz zaman da fark edeceksiniz ki sokaktaki insanlar da dahil birçok kişi aleni olarak fotoğrafının çekilmesinden ve kendilerine dikkatlice bakılmasından hoşlanmıyorlar. Dolayısı ile bu işlemi gizli yapıyoruz.:)

Gerçekçi olmak gerekirse balık kokusundan çok arıtma problemini hissettiğiniz bu yerde çok fazla durabilmeniz mümkün değil ama toplumun şartlarını görmek için ideal bir yer. Siz “Bu koku galiba ciğerlerimden hiç çıkmayacak” diye düşünürken orada uyuyan, yemek yiyen, çalışan, oyun oynayan insanları gördükçe “Ne düşünüyorum ben!” diyorsunuz. Doğrusu iç taraflara ilerleyemiyoruz, gördüğümüz şartlar bizi yeterince etkiliyor.

Devam ettiğimizde balık pazarının karşı tarafında kalan aynı tipli bir bina ile karşılaşıyoruz. Bu mekan ise hediyelik eşya olarak kullanılan deniz kabukları, köpek balığı dişleri gibi kurutulmuş deniz mahsulleri ile dolu. İlk söylenen fiyata aldanmayın, pazarlık yapıp güzel bir indirim sonucu ve verdikleri küçük hediyeler ile mutlu ayrılıyorsunuz. Ben almayı düşündüğüm her şeyi elindeki ansiklopedik kitaptan tek tek açıkladığı için en sondaki dükkan sahibinden alışveriş yapıyorum. Darüsselam'dayken, çivi bilen çakılamayan sertlikte koyu renkli Abanoz ağacından yapılmış süs eşyalarından almayı da düşünebilirsiniz; fiyatları beklenenden fazla ama değer doğrusu. 

Tanzanya’da yerel dinler haricinde ülkenin çoğunluğunu Müslümanlar ve Hıristiyanlar oluşturuyor. Ülkenin resmi dili Swahili, ancak gördüğüm kadarı ile ticaretin geliştiği turistik bir ülke olduğundan İngilizce de konuşulan ve yazışmaların yapıldığı bir dil. Ayrıca araştırmalarım ve izlediğim belgesellere göre Tanzanya’da kendilerine ait özgün dilleri de bulunan 130’a yakın farklı etnik grup mevcut. Bunlar içinde en önemlisi ve en eskisi ise Masai kabilesi.
Kendilerine ait Maa dilini konuşan Masailer ataerkil bir düzende yaşıyor ve tek tanrılı bir dine inanıyorlar ancak onlara göre tanrıya ulaşmanın farklı araçları olabiliyor. Örneğin bir dağ veya bir ağaç. Bundan dolayı, herhangi nesneye bu sıfatı verdiklerinde bu nesne ister istemez dinsel bir öğeye dönüşüyor ve anlamını yüceltiyor. Bu kabilede sıçramak dayanıklılık testi gibi. Kabile toplanıp hep beraber bir şeyler seslendirdiği zaman erkekler zıplamaya başlıyor. Bu onlar için kendilerini kadınlara da göstermek adına yaptıkları bir güç gösterisi. Eskiden evlenmek için erkeğin bir aslanı öldürmesi gerekirken günümüzde bu gelenekten vazgeçilmiş. Şimdi erkek elindeki sığır sayısına yani zenginliğine göre eş veya eşlerini seçebiliyor. Erkek her bir eşi için farklı bir ev açıyor, her bir eşi ile geçirdiği zaman eşit olmak zorunda. Maddi durumuna bağlı olsa da erkekler polijinik bir evlilik hayatı sürerken, kadınlar tek eşli. Ağırlıkla Kenya’nın güneyi ve Tanzanya’nın kuzeyinde yaşayan; kırmızı kıyafetleri, boyunlarındaki oval süsleri ve 2cm’ye yakın kulak delikleri ile farklılık yaratan bu kabilenin üyeleriyle Darüsselam’da da karşılaşmak mümkün.

Şehrin medceziri gözler önüne seren kıyıları sizi şaşırtıyor. Deniz tertemiz ama daha da güzel, fildişi rengi kumsallarına gidelim derseniz Zanzibar yanı başınızda duruyor. Zanzibar'a tekne, hızlı feribot ve uçakla gitmek mümkün. En ucuz ve en yavaş teknelerle üç saatte ulaşabilirsiniz. Zanzibar’a girmek için sarıhumma aşınızın olduğuna dair karnenizin bulunması gerekiyor.
Zanzibar’daki Stone Town’un bu ismi almasının sebebinin oymalarla işli taş kapılar olduğunu öğreniyorum. Ayrıca burada karanfil, zerdeçal, deniz yosunu, vanilya, karabiber gibi birçok bitki ve baharatın yetiştirilip ticaretinin yapıldığını görünce buraya 'Baharat Şehri' denmesinin nedenini anlıyorum. Zanzibar'a geldiğiniz zaman bu baharatların nasıl yetiştirildiğini ve ne işlemlerden geçtiğini mekanında görmek isterseniz baharat turuna katılmanızı tavsiye ederim. Zanzibar’da atlamamanız gereken şeylerden biri de yunus turu. Yunusları sıkıştırıldıkları küçücük bir havuzda görmek yerine yaşadıkları denizde onlarla beraber yüzmek keyfe keyif katan ve unutulmaz deneyim oluyor. Zanzibar'ın sessiz sakin kumsallarında yürümek ve denize girmek insana huzur katıyor.

Hazır Tanzanya'ya gelmişken safariyi hissedelim derseniz UNESCO'nun koruma altına aldığı Serengeti Milli Parkı'na gitmeyi de düşünmelisiniz. Araştırmalara göre, Masailer bu yer için kendi dillerinde 'uçsuz bucaksız alan' anlamına gelen 'siringet' kelimesini kullandıklarından günümüze Serengeti olarak geçmiştir. Bu parkta aslan, fil, leopar, zebra, gergedan, bufalo, zürafa, çita ve ceylan gibi hayvanları görebilirsiniz. Eğer yeterince vaktiniz yoksa diğer bir seçenek ise Darüsselam'a daha yakın olan Mikumi Milli Parkı. Burada da benzer bir tecrübeyi yaşamanız mümkün. UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil ettiği Tanzanya'da yer alan bir diğer yer ise Kilimanjaro Dağı. Bu değerler doğallıktan uzaklaşmamaya çalışan birçok turistin Tanzanya'yı tercih etmesine sebep oluyor.


 Son olarak ekleyeceğim şu ki; gece yaptığınız bir uçak yolculuğunda, bu topraklara yaklaşırken gördüğünüz bir resim var. 
Zifiri bir karanlığın içerisinde sadece barakalardan gelen beyaz ışıklar. Göğün yere indiğini hissettirir ve yıldızlara dokundurur gibi… 
Bu gizemli fotoğrafa sizin de şahit olmanızı ve Darüsselam’ın kültürel renkliliğini hayatınıza dahil etmenizi dilerim.


Mutlu ve rengarenk kalmanız dileği ile..
Not: Tüm fotoğraflar sayfa sahibine aittir.

16.06.2016

Umutla - Bak Çok Güzel Olacak


     Bazen kendimizi çok farklı yerlerde ararız.. 
Aslında doğru adımlar hep bizim içimizdedir, 
sadece kimi zaman başkalarından duymaya tercih ederiz.
Size komik bir anımı anlatayım:


     Üniversite zamanı bir gün okuldan çıkıp, Kadiköy'de tek başıma dolaşıyorum. 
Neymiş efendim canım çok sıkkın, yalnız kalacağım :) 

Yürüdükçe canım daha da sıkılıyor.. 
Şimdi bu derdin nedenini dahi hatırlamıyorum ama bir o tarafa bakıyorum bir bu tarafa- 
Yok! Geçmiyor! 
O zamanlar böyle durumlarda hep bir şeyler karalardım; meditasyon gibi iyi gelirdi bana; 
ama o an tam tamına onu istemem bunu istemem anı.
Ona yok buna yok derken ona da kocaman bir-YOK!

     Yürüyorum.. 
Bir anda "Kahve- Tarot- İskambil Falı" tabelası ilişti gözüme. 
Çok yaptığım bir şey değil ya, farklılık işte hadi var mısın Cansen eğlenceye! 
Yukarı çıktım şu ne kadar bu ne kadar derken tarotta çok sıra varmış, 
iskambil falını 20 tl ye anlaştık. 
Neden ayrıntı veriyorum birazdan anlayacaksınız :)


    "Ah ne burcusun canım? Ne zaman doğdun?" derken falıma başladık. 
İtina ile söylediği hiçbir şeye tepki vermiyorum. 
Artistim ya hani benim tepkilerimden yorumlar yapmasın diyorum. 
Kız gidiyor ya boşa 20 lira :) 
İnsan hiç mi bir şey tutturamaz! 
Tamam kötü haber veya geleceğe dair bir şey istemiyorum ama hiç mi denk gelmez? :) 
Ay dedi sen arkadaşlarınla kalıyorsun- Yoo. 
Kardeşin var- Yoo. Şu var- Yoo. 
En sonunda sınıra ulaştı ve acır bir yüz ifadesi ile 
"Ah sen erkek arkadaşınla kavga etmişsin, he sen o yüzden üzgünsün!" demez mi? 
O zamanlar "O" yok tabii: 
Duramıyorum: Benim erkek arkadaşım yok, hem de hiç yok! :)
  
    En sonunda geldiler bana:
 Ablacım bak sen bu iskambil kağıtlarını boşver,
 ben sana derdimi anlatayım ohh ben de rahatlayayım sen de! :)
Hayatında karşılaşmamış böyle bir şeyle tabii: Duraksadı..
 Ve sonra psikolog-hasta ilişkisi gibi sohbete başladık.. :)

     Yani bazen tek ihtiyacımız; her şeyin güzel olacağını başkasından da duymak.
 Kendi kendine yetebilen, kendini değerli hisseden insanları hep güçlü karakterler olarak tanımlarız.
 Onların enerjisi çevresindekilerin mutluluğundan beslenir; 
ama bazen, çok uzun soluklu bir sabrın sonunda onlar da dibe düşerler ve 
sevecenlikle "Bak burada ne varmış? Bir umut!" diye bir ses ararlar..

     O gün o ses benim çığlığım olmuştu- boşa giden bir para varmış gibi görünse de öğrendiğim şey basitti:

Fala inanma, falsız kalma yerine;
 umuda inan, sensiz kalma!
     
      En çıkmaz haldeyken kendin anlat, kendini dinle.
Kendini sev ve sana iyi gelen bir şey yarat: 
Umutla bak,
Nasıl sıçradığına hayran kalacaksın..

Sevgilerimle.

Cansen Yelesen

Fotoğraf: 2014 yılı Bostancı Gösteri Merkezi
Çocuk ruhu hep duru! 


30.05.2016

Kırışık Anılar - Gülen Günler

İlk kırışıklığınızla ne zaman tanıştınız? 

Aynaya baktım- bir günde böyle bir şey oluşmuş olabilir miydi? 

Tabii ki hayır ama buna inanmak istiyordum. 

Kaydetmek istiyordum bedenimde bugünü..


Hiçbir nedenim yokken çalıştığım şirketin yapmak zorunda olduğu bir sağlık kontrolündeydim.

Beyin MR'ı, kardiyoloji, ultrason derken cumartesi sabahı bir telefon geldi: 

Cansen Hanım beyin MR'ınızda bir kist bulundu, 

çok önemli olduğunu zannetmiyoruz ama 

biliyorsunuz ki en ufak şey bile işinizin devamlılığı için çok önemli. 

O yüzden pazartesi yeni bir MR için..” dıtdıtdıt. 

Devamını algılayamıyorum bile..

Kist mi? !!

26 yaşındayım, 

26 senedir hayatımı düzenlemek için çalışmaktan başka bir şey yapmamıştım. 

Ve yaptığım her şey ve hayallerim bir telefonla silinmekteydi.. 

Kist varsa işimde çalışamayacaktım. 

Sağlığım, geleceğim, ailem, sevdiğim, arkadaşlarım.. 

Yani konu 5 dk içerisinde 'Ya ameliyat olurken ters bir şey olursa?' ya kadar gitti.

Ağlamadan duramıyordum.. 

Sonra durdum n'apıyorum ben! 

Beni asıl üzen şeyin bu denli güçsüz hissetmek olduğunu anladım. 

Nasıl öylece dibe batabiliyordum? 

Hayır bu ben değilim! 

Sevdiklerimin desteğine tutunarak ayaklanıyordum yavaş yavaş. 

Bir gün sonra onların dedikleri ile şunu anlamıştım: 

Ben bu işe muhtaç değilim.

Bu işi yapmasam da başka bir işte yine başarılı olurum. 

Beynimdeki ne olursa olsun alt edeceğim:

Çünkü sevdiklerimin de bana ihtiyacı var..

Yavaş yavaş dünün etkisi geçiyordu. 

Artık annemi rahatlatmaya çalışan 

'Anne bak defolu üretmişsiniz beni, hep sizden ötürü! :)

Benim de beynimde fazlalık çıktı görüyor musun?

Her şeyin fazlası zarar!'  

cümleleri ile bendim. :) 

İyiydim, güçlüydüm!

Artık bendim!

Aynaya baktım. 

Bir günde seneleri alt etmiş 

ama ağlamanın yorgunluğundan nasibini almış bir ten ve bir çift göz. 

Şöyle bir gördüm: 

Uzun zaman sonra ilk defa yüzümde bu mimik belirmişti. 

Bu denli derin..  

Baktım ve sevdim onu!

Bu çizgileri hiç unutmak istemiyordum. 

Onlar benim yeni bir başlangıcımdı. 

Gerçeği unutmamam için yapılmış izlerdi: 

Hayatınızda her an her şey olabilir ve her şeyi kaybedebilirdiniz. 

Geçmişinizi..

Hayallerinizi.. 

Bu çizgiler resmen bana bakıp her zaman kendine inan ve hep B planların olsun diyordu. 

Bugün daha kötüsünü yaşamadığın için şükretmenin nedenleriydi onlar.. 

Ben şanslıydım. 

Sonrasında sadece kontrol edilmesi gereken bir durum olduğu ortaya çıkmıştı.

Farklı bir şey olsaydı da belki sürünecektim acılara, 

daha da derinleşecekti izlerim ama bugün de onları görebildiğim için, 

başarmaya bir adım daha atabildiğim için mutlu olacaktım.

Diyeceğim şu ki bırakın doğum izlerinize üzülmeyi: 

Ne mutlu sana ki dünyana dünya katmış, 

bir çocuk tarafından şenlendirilmişsin. 

Ya kırışıklıklara ne demeli? 

Bir tek kaşlarının ortasındakileri değiştirmeye bak derim.

Çok çatmışsın kaşlarını, bir dur kızma, küsme.. 

Bak ne güzel gülünce gamzelerin :)

Bir düşün- 

Her biri sana ayrı bir anıyı hatırlatsın. 

Bak bu arkadaşlarımla çılgınlar gibi eğlendiğim gün olmuştu, 

bu ise evlilik teklifini aldığımdaki şaşkınlığımla.. 

Evet çok kızmıştım ama değmezmiş, bir daha olmayacak. 

Ders çıkar, gül ve sev kendini! 

Senin hayatındaki en büyük değer 'sensin'. 

Hatırla!

İnsanlar kendilerini en iyi ifade eden olguları 

veya en önemli anılarını sonsuza kadar unutmamak isterler. 

Kimisi acı çekmeyi bile göze alarak dövme yaptırır, bedenlerine işler. 

Benim de böyle düşüncelerim vardı. 

Sonra bir durdum:

Evet! 

Zaten böyle bir şans elimdeydi. 

Doğum lekem annemin komik bir anısının; 

egzamalarım, alerjilerim, geçirdiğim sıkıntılarımın, 

ameliyat yaralarım merakımın sonuçlarıydı.. 

Kırışıklıklarım yaşadığım mutluluklara, bir o kadar da olgunlaşmamı gösteriyordu.

Kimi zaman kahkaha, kimi zaman gözyaşı sarıyordu yüzümü.

Her biri benim sonsuza kadar taşıyacağım, 

daha da derinleşeceğini bildiğim dövmelerimdi. 

Ve kendimizi severek, sonsuza kadar taşımayı göze almış güçlü insanlardık biz! 

 

İnsanın güzellik sırrı belli:

Gülmek..

Her şeyden önce lütfen hayatını botokslamakla başla..

Özgür bırak kırışıklarını sen de gül! 

Gülen insan güzeldir bu kesin; 

nice gülen, gülümseten günlere.. :)


Cansen Yelesen

Eli Öpülesi Bayramlar

ŞİİR DENEME ÖYKÜ
5,0
    
*Radikal editörleri tarafından seçilmiş "Günün Yazısı" 2014:

"Ben Gürcüyüm, 123 yaşındayım.
Hepinizden çok yaşadım, hepinizden çok gördüm.
Her şey geçip gider, geriye bir tek ailen kalır. 
Ailen yanındaysa zaten bayramdır.."
Kent markasının bayram reklamında yer alan; 
can alıcı sözleri, arabaları gördüğü zamanki duygulandıran sevinci ile 
bayramı içimizde hissettiren bir dede. 
İçtenlikle eli öpülesi.. 
Elleri yaşlı, titrek dedenin şekerleri koyduğu, 
şafağın vurduğu bu masada oturup onunla sohbet etmek isterdim.
Nacizane fikrim- 
çocukluğumuzda "bugün bayram" melodisi ile güne başlayıp, 
bayram parası sayarak günü bitirdiğimizden, 
aslında ne kadar şanslı ve derin birlikteliklerin içerisinde olduğumuzu fark edemiyorduk. 
Çocuktuk işte! 
Şimdi ise geçmişte kalan bir şeyleri kaybettiğimizden 
çocukluğumuz bugünümüze o eksikleri dank ettirmekte..
Şekerlerin arasından mor olanı almaya çalıştığımız, 
yeni alınan eşyalarımızla yan yana uyuduğumuz, 
kırmızı rugan ayakkabılarımızdan fırfırlı çoraplarımızı çıkarttığımız, 
sabah erkenden kalkıp babamızın peşinden cami avlusunda koşturduğumuz, 
Barış Manço melodilerini kulağımızda çınlattığımız günlerdi bunlar.. 
Temizlik günleri bittiği için sevindiğimiz, 
baklavanın nasıl yapıldığını göz ucuyla izlediğimiz, 
bir ay önceden bayram paraları ile neler yapacağımızı hayal ettiğimiz, 
"Eee daha daha nasılsınız" cümlelerine maruz kaldığımız, :)
ziyaretlerde yaramazlık yapmamak için tembihlendiğimiz, 
sevdiklerimiz ile görüştüğümüz samimi anlardı.. 

Ağzımızın tatlandığı bu bayramlarda her şey kusursuzdu sanki. 
Şimdi ise ya önemsemediğimizden ya da tatile doyamadığımızdan 
bayram günleri sıradan bir pazar gününden farksız geçmekte. 
Belki de dediğim gibi insanlar bir şeylerin kıymetini yokluğunda kavrarlar.
Umarım bu kayıplar ilerde "geç kaldığımızı" anımsatır türden olmaz. 
Çok istesek de bir sonraki bayramı aynı kişilerle, benzer sohbetlerle geçiremeyebiliriz. 
Keşke dememek için bazen en güzel önlem; 
doğru zamanda sevdiklerimizin yanında olmaktır. 
Çünkü dedemizin de dediği gibi: 
"Her şey geçip gider, geriye bir tek ailen kalır."
Nice eli öpülesi bayramlara.
Gözlerinizden öpüyorum.
Sevgi ile...